En İyi 2. Dünya Savaşı Filmleri

Quentin Tarantino'nun yazıp yönettiği, II. Dünya Savaşı'nı ele alan önemli bir eser olan Soysuzlar Çetesi, Nazi Almanyası'nın liderine yönelik iki ayrı suikast planını yöneten Teğmen Aldo Raine ve ekibinin maceralarını anlatıyor. Teğmen Raine, Nazilere korku salmak amacıyla oluşturulan Yahudi-Amerikan askerlerden oluşan Basterds adlı komando birliğinin liderliğini üstleniyor. Bu cesur ekibin diğer üyeleri arasında, Çavuş Danny Donowitz, asi bir Alman askeri olan Çavuş Hugo Stiglitz ve grubun tercümanı Onbaşı Wilhelm Wicki yer alıyor. Kendilerini Alman askerlerini öldürüp kafa derilerini kesen bir grup olarak tanıtan bu ekip, en zorlu görevlerin üstesinden gelme yeteneğine sahip. Bu acımasız ekibin yeni hedefi, ailesinin Naziler tarafından katledilmesine tanıklık eden Shosanna'ya yardım ederek, Nazi askerlerini birer birer avlamak. Basterds, intikam peşinde koşarken, Shosanna'nın da kendi planları vardır ve bu iki grup, savaşın kaosunda birbirleriyle kesişen yollarını bulacaklardır. Tarantino'nun ustaca kurguladığı bu hikaye, hem gerilim dolu anlar hem de unutulmaz karakterlerle dolu bir yolculuğa dönüşüyor.

**Iwo Jima’dan Mektuplar**, Clint Eastwood’un yönetmenliğini üstlendiği 2006 yapımı bir Amerikan savaş filmidir. Film, 1945 yılında, sayıca üstün olan Amerikan ordusuna karşı direniş gösteren Japon askerlerinin hikayesini ele alıyor. 110.000 Amerikan askerinin Iwo Jima’yı işgal etmeye hazırlandığını öğrenen Korgeneral Tadamichi Kuribayashi, olimpiyat madalyasına sahip ünlü gösteri atlamacısı Yarbay Baron Takeichi Nishi ile birlikte, Kuribayashi’nin derinlemesine savunma stratejisini onaylamayan bazı subaylarla çatışma yaşamaktadır. Japonya’nın takviye göndermeyeceğini ve yalnızca 20.000 askeri bulunan Yarbay’ın, tüneller ve dağ savunması ile dayanmanın en etkili yol olduğunu düşündüğü bir ortamda, askerler sağlıksız koşullarda yaşamakta ve kötü beslenme nedeniyle dizanteriden birer birer hayatlarını kaybetmektedir. Ancak hiçbiri, ülkelerinin savaşmadan teslim olmasına izin vermeye niyetli değildir.

John Boyne'un aynı isimli eserinden ilham alınarak beyaz perdeye aktarılan Çizgili Pijamalı Çocuk, 2008 yılında gösterime giren bir İngiliz dram filmidir. II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan holokostu merkezine alan bu yapım, bir Nazi imha kampında gelişen olayları, biri kampın Nazi komutanının oğlu Bruno, diğeri ise Yahudi bir mahkum olan Shmuel olmak üzere iki çocuğun beklenmedik dostluğu üzerinden ele alıyor. Babası bir Nazi komutanı olan Bruno’nun yaşamı, savaşın getirdiği zorluklar nedeniyle büyük bir karmaşaya sürüklenmiştir. Sürekli yer değiştirmek zorunda kalan Bruno ve ailesi, bu sefer onun hayatını köklü bir şekilde değiştirecek ve derin bir dostluk kurmasına olanak tanıyacak olan Polonya kırsallarına taşınır. Bruno, evlerinin yakınında bulunan ve babasının komutanlık yaptığı toplama kampında Shmuel adında bir çocukla tanışır. Shmuel, kampta kaybolan babasını bulmak için Bruno’nun yardımıyla içeri girdiğinde, ikili hiç beklemedikleri bir durumla karşılaşacaktır. Bu beklenmedik karşılaşma, savaşın acımasız gerçekleriyle dolu bir dünyada, masumiyetin ve dostluğun nasıl var olabileceğini sorgulayan derin bir hikaye sunar.

2007 yapımı olan "Kefaret", romantik bir savaş draması olarak 1930'lu yıllarda başlayan ve neredeyse altmış yıl süren bir suçun ve onun sonuçlarının etrafında dönen bir hikaye sunuyor. 1935 yılında İngiltere'de, varlıklı Tallis ailesinin en küçük kızı olan 13 yaşındaki Briony Tallis, yaklaşan aile buluşması için yazdığı bir oyunu hazırlamaktadır. Bu süreçte, ablası Cecilia ve hizmetçilerin oğlu Robbie Turner'ı uygunsuz bir durumda gören Briony, bu durumu yanlış anlaması ve edebi yeteneğiyle birleştirerek, tüm ailenin kaderini sonsuza dek değiştirecek bir hataya imza atar. Briony, Robbie’ye karşı bir ilgi beslediğinin farkında olmadan, bir anlık öfkeyle ailesine Robbie’nin ablasını taciz ettiğini iddia eder. Olayın mahkemeye taşınmasıyla birlikte, Briony yalancı şahitlik yaparak büyük bir günah işler ve yıllar geçtikçe bu hatasının affını aramaya çalışacaktır.

Orijinal adı La vita è bella olan Hayat Güzeldir, 1997 yılında çekilmiş, hem eğlenceli hem de son derece hüzünlü bir İtalyan filmidir. Film, II. Dünya Savaşı sırasında bir Yahudi olan Guido Orefice’in, eşi ve oğlu ile birlikte Nazi toplama kampına gönderilmesinin ardından, Holokost döneminde oğlunu koruma çabası etrafında döner. Guido, yaşadığı insanlık dışı olayları çocuğuna yansıtmamaya çalışırken, izleyiciye derin bir duygusal yolculuk sunar. Film, 1939 yılının İtalya’sında, Yahudi kökenli bir İtalyan olan Guido Orefice’in, bir öğretmen olan Dora ile tesadüfen karşılaşmasıyla başlar. İlk bakışta birbirlerine aşık olan bu ikili, kısa bir süre içinde evlenmeye karar verir. Beş yıl sonra, Joshua adında bir çocukları olur ve bu mutlu aile, hayatlarının en güzel dönemini yaşamaktadır. Ancak, Nazi rejiminin Yahudilere yönelik toplama faaliyetleri başlamasıyla her şey değişir. Naziler tarafından bir toplama kampına götürülen Guido ve Joshua, başlangıçta eğlenceli anlar yaşasalar da, zamanla hayatlarının ne denli yıkıcı bir hale geldiğini anlamaya başlarlar. Bu süreçte, Guido’nun oğlu için oluşturduğu hayali dünya, izleyicilere hem umut hem de acı dolu bir hikaye sunar.

II. Dünya Savaşı dönemini ele alan önemli filmlerden biri olan "Piyanist", Roman Polanski'nin yönetmenliğini üstlendiği ve Polonyalı Yahudi piyanist Władysław Szpilman’ın Holokost konulu anı kitabından ilham alınarak 2002 yılında çekilen bir biyografik savaş dramıdır. 1939 yılının Eylül ayında, Polonya'nın Varşova kentinde yaşayan Władysław Szpilman, Nazi Almanyası'nın ülkeyi işgal etmeye başladığı dönemde bir radyoda piyanist olarak çalışmaktadır. İngiltere ve Fransa'nın Almanya'ya savaş ilan ettiğini öğrenen Szpilman, Avrupa'nın kendi ülkesine yardım edeceği umuduyla sevinçle evine, ailesinin yanına döner. Ancak, işgalin üzerinden bir aydan fazla bir süre geçmesine rağmen Polonya'ya herhangi bir destek gelmez ve Nazi güçleri ülkeyi yavaş yavaş kontrol altına almaya başlar. Ardından, neredeyse beş yıl süren Nazi işgali boyunca Władysław “Piyanist” Szpilman, hayatta kalma mücadelesi vererek zorlu koşullara rağmen yaşamını sürdürmeyi başaracaktır.

**Kapıdaki Düşman**, 1942 ve 1943 yılları arasında gerçekleşen Stalingrad Savaşı'nı merkezine alan bir savaş filmidir. Film, Sovyetler Birliği Kahramanı olan keskin nişancı Vasily Zaitsev’in hayatından esinlenerek, Zaitsev ile Nazi subayı Binbaşı Erwin König arasında yaşanan keskin nişancı çatışmalarını konu alır. Rus ve Alman kuvvetleri arasındaki çatışmalar hız kesmeden devam ederken, Rus keskin nişancısı Vassili Zaitsev, olağanüstü nişancılık yetenekleri sayesinde düşman askerlerini birer birer etkisiz hale getirmektedir. Ancak Zaitsev’in ünü, düşman komutanları arasında hızla yayılacaktır. Zaitsev’in ünü, Nazi ordusunun en yetenekli keskin nişancısı olan Binbaşı Erwin König ile karşılaşmasına yol açar. İki nişancı arasındaki bu düello, Stalingrad Savaşı’nın seyrini etkileyecek kadar önemli hale gelir ve tüm dikkatleri üzerine çeker. Her ikisi de deneyimli nişancılar olarak, etraflarında binlerce asker hayatını kaybederken, yalnızca birbirlerine odaklanacaklardır. Bu çatışma, savaşın dehşeti içinde kişisel bir mücadeleye dönüşür.

Christopher Nolan’ın yazıp yönettiği Dunkirk, II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen Dunkirk tahliyesini ele alan bir savaş filmidir. Savaşın başlarında, Nazi Almanyası, dünya üzerindeki tüm muhalefeti ortadan kaldırarak genişlemeyi hedeflemektedir. 1940 yılının Mayıs ayında, İngiltere, Fransa, Kanada ve Belçika ordularından oluşan yaklaşık 400 bin asker, Fransa’nın İngiltere sınırına yakın Dunkerque bölgesinde Alman orduları tarafından kuşatılmıştır. Almanlar, bu müttefik güçlerini hava saldırılarıyla yok etmeyi planlarken, dönemin İngiliz Başbakanı Churchill’in talimatıyla, bölgede sıkışıp kalan askerlerin kurtarılması için hayati öneme sahip ve savaşın seyrini değiştirebilecek, ancak bir o kadar da tehlikeli olan Dunkirk tahliye operasyonu başlatılır. Dunkirk, savaşın dehşetini ve insan ruhunun dayanıklılığını gözler önüne seren bir yapım olarak öne çıkmaktadır. Film, farklı bakış açılarıyla, deniz, hava ve karada yaşanan olayları paralel bir şekilde sunarak izleyiciyi olayların içine çekmektedir. Bu çok katmanlı anlatım tarzı, izleyicilere hem askeri stratejilerin hem de bireysel mücadelelerin derinliğini hissettirmektedir. Dunkirk tahliyesi, sadece askeri bir operasyon değil, aynı zamanda insanlık onurunun ve dayanışmasının bir sembolü haline gelmiştir. Nolan, Dunkirk’te zamanın akışını ustaca manipüle ederek, gerilimi artırmakta ve izleyiciyi sürekli bir belirsizlik içinde tutmaktadır. Film, görsel anlatımı ve ses tasarımıyla da dikkat çekmektedir; savaşın kaosunu ve korkusunu etkileyici bir şekilde yansıtmaktadır. Bu yönüyle Dunkirk, sadece bir savaş filmi olmanın ötesine geçerek, insanlık durumunu sorgulayan derin bir yapım haline gelmektedir.